Süper Lig, tarzı, dinamikleri ve yapısı bakımından dünyanın diğer liglerine göre çok farklı bir çizgide. Deneyimli, başarılı hatta kariyerli teknik adamlar bile Süper Lig’de mutlu sona ulaşmak konusunda sıkıntı yaşıyor. Süper Lig’de şampiyonluk yaşan son yabancı teknik adam Zico sonrası Türkiye’de şampiyonluk ipini göğüsleyen bir yabancı teknik direktör olmadı.
Türkiye hemen hemen her konuda olduğu gibi futbolda da bambaşka bir kültüre sahip. Diğer liglere nazaran futbol kalitesi, kulüplerin ekonomisi gibi konularda geride olsa da Süper Lig yaşanan her sezon başka tatlar veriyor. Bu konu takımların başına geçen teknik adamlar için de aynı… Kariyerli, başarılı, gelecek vaat eden veya takıma çok uygun olduğu düşünülen yabancı teknik adamlar da burada zorluk yaşıyor. Kaliteli ve ligin üzerinde kadrolarla bile şampiyonluk yaşayamayan yabancılar, Süper Lig dinamikleri içerisinde kısa görev hayatlarını tamamlayarak ülkemizden ayrılıyor. Süper Lig’de yabancı teknik direktör ile şampiyonluk yaşayan son takım Fenerbahçe… Sarı-lacivertliler, 2006-2007 sezonunda Zico yönetiminde şampiyon olmuştu. Bu tarihten sonra ligimizde şampiyonluk yaşayan bir yabancı çıkmadı.
Süper Lig için yıllardır dillere pelesenk olmuş basmakalıp cümleler duymaya alıştık. Türkiye ligini tanımak, Türkiye’nin havası farklıdır, Süper Lig’de o işler öyle yürümüyor… Bir bakıma bu söylemler haklı. Türkiye’de futbol saha dışı ve saha içi olarak diğer Avrupa liglerine kıyasla farklı bir konumda. İşleyiş dinamikleri, takımların geçmişten gelen genetik kodları, basın ve taraftarlar uzaktan bakıldığında çok farklı görünmese de içerisinde bulunulduğunda insanı afallatabiliyor. Bu coğrafyada futbola bakış açısı, kurumların ve futbol takımlarının yönetiliş tarzı tamamen kendine özgü devam eden bir halde. İşin bir de spor medyası ve taraftar grupları meselesi var. Evet ateşli taraftar grupları ve ‘’sert’’ bir spor medyası dünyanın her tarafında mevcut. Ancak Türkiye için bu konu farklı bir işleyişle devam ediyor. Kulüplerin yönetiliş tarzı, futbol takımlarının içerisindeki yapılanma her bir kulüp için kendine özgü devam eder durumda. Türkiye’de her bir futbol kulübü bir kar tanesine benzetilebilir. Dışarıdan bakıldığı zaman birbirinin aynısı gibi duran ve tek düze olduğu düşünülen takımlar, içerisine girildiğinde her açıdan birbirinden farklı ve kendi dinamikleri ile yaşamını sürdürüyor. Doğrunun ve yanlışın tek olmadığı ülkemizde kulüplerin her biri kendi doğrularını ve yanlışlarını uygular tarzda. Basın açısından bakıldığında Avrupa spor basınını ve basın toplantılarını takip edenler Avrupa’da spor basınının daha ''sert'' ve direkt olduğunu söyleyebilir. Haksızlar diyemem. Avrupa liglerinde çok fazla teknik adamın ikonik basın toplantıları karşınıza çıkabilir. Ancak Türkiye’de spor basını maalesef hem birey hem kurumsal olarak ''tıklanma'' kaygısı güdüyor. Saha içerisi ve futboldan çok işin magazin tarafı popülist yaklaşımlarla gündem belirlenerek ilerleniyor. Son yıllarda az da olsa değişim yaşayan spor basını hala daha Avrupa basınına nazaran bambaşka bir durumda… Kendi düşüncem olarak kulüp muhabirliği konusunda da birkaç şey söylemek isterim. Spesifik olarak bir kulübün muhabirlik görevini yöneten muhabir ve basın emekçileri ya durumu yanlış anlamış ya da işlerine geldiği gibi davranmak onlara daha kolay geliyor. Kulüp muhabirleri o takım içerisinde haber değeri taşıyan ve kamuoyunu aydınlatacak her haberi okurla buluşturmak durumunda olmalı. Görev yaptığı takım ile ilgili haberlerin, o takım için iyi veya kötü bir getirisi olup olmaması o muhabir için önemli olmamalı. Gazeteci refleksi ile hareket etmeyen bazı basın mensupları, bu durumu kendisini o kulübün menfaatleri için çalışan bir muhabirmiş gibi görerek haberleri aktarıyor. Taraftarlar tarafından görecekleri ilgi ve etkileşim de onları bu duruma sürüklüyor olabilir.