22. Kitap Fuarında bir yolculuk
22. Ankara Kitap Fuarı kapılarını açtı. Kitap kokusunun, sohbetlerin, yeni basım heyecanının arasında dolaşırken, aslında bir fuarda değil de bir dost buluşmasında gibi hissettim. Çünkü bizim için Robinson Crusoe yalnızlığın anlamını, Küçük Prens çocuk kalmanın saflığını, Selim Işık varoluş sancısını, Gregor Samsa yabancılaşmayı, İnce Memed adalete özlemi, Don Quijote hayalin yüceliğini, Raskolnikov ise vicdanın ağırlığını temsil eder. Onlarla buluşmak, aslında kendi içimizle buluşmaktır.
Fakat bu yıl stantlarda gördüğüm manzara beni şaşırttı. Evet, rengârenk kitaplar, kalabalık imza kuyrukları vardı. Ama raflarda, kara kapaklı, hızlı tüketim için hazırlanmış kitapların çoğaldığını fark ettim. Fantastik-romantik öyküler, isekai (paralel evren maceraları), web novel ve light novel tarzı seri kitaplar gençlerin ellerindeydi.
Bu tür kitaplar, hızlı okunabilirliği, sürekli yeni maceralar sunması ve eğlenceli karakterleriyle genç okuru cezbediyor. Kaçış edebiyatı tam anlamıyla burada vücut buluyor; okur günlük hayatın sıkıcılığından sıyrılıp başka evrenlere, başka kimliklere taşınıyor. Ancak işte tam burada bir kaygı başlıyor. Çünkü bu metinler çoğu zaman yüzeysel kalıyor; felsefi derinlik taşımıyor, insanı kendisiyle hesaplaşmaya çağırmıyor. Sadece hızla tüketiliyor, bir sonraki cilde ya da seriye geçiliyor.
Bizim klasiklerimiz ise bambaşka bir miras sunuyor. Bir Dostoyevski karakterinin vicdan muhasebesi, bir Yaşar Kemal kahramanının adalet arayışı, Tanpınar’ın zaman kavramı üzerine düşünceleri ya da Halit Ziya’nın duygusal çözümlemeleri insana kalıcı sorular bırakır. Okur, kitabı kapattığında hâlâ düşünür, belki aylar sonra bile o kahramanlarla yaşamaya devam eder.
Yeni kuşağın eğiliminde, bu hızlı ve yüzeysel anlatıların böylesine büyük yer kaplaması aslında bir kültür kaymasının işareti. Çocuklar ve gençler fantastik evrenlerde dolaşırken, bizlerin kahramanlarının öğrettikleri değerler, insan ruhuna dair derinlikli tartışmalar arka planda kalıyor. Kuşaklararası bir kopuş da tam burada başlıyor. Bizim dünyamız sorular, sorgulamalar ve içsel hesaplaşmalarla doluyken; yeni kuşağın dünyası seri tüketilen, anlık heyecanlar ve kolay unutulan hikâyelerle şekilleniyor.
Bu keskin dönüşün yansıması ne olabilir? Öncelikle ortak kültürel hafızanın zayıflaması. Çünkü edebiyat sadece bireysel bir uğraş değil, toplumun ortak dili ve belleğidir. Eğer yeni nesil yüzeysel hikâyelerle büyürse, ortak kavramlarımız, değerlerimiz ve referanslarımız giderek azalacak. İkinci olarak, düşünme biçimimiz değişecek. Klasikler insana ağır sorular sormayı, hayatı sorgulamayı öğretirken; bu hızlı tüketim edebiyatı daha çok bir eğlence aracı hâline gelirse, derinlikli tartışmalardan uzaklaşacağız.
Elbette her kuşağın kendi edebiyatı, kendi ilgisi vardır. Fantastik seriler, light novel türleri hayal gücünü genişletebilir. Ancak mesele dengeyi kaybetmemekte. Bizim klasiklerimiz, edebiyatımızın köklü mirası ve evrensel başyapıtlar hâlâ bize çok şey söylüyor. Yeni kuşağın bu kahramanlarla da tanışması, sadece okuma alışkanlığı için değil, kendi kimliklerini inşa edebilmeleri için de hayati.
Kitap fuarları, işte bu yüzden önemli: hem yeni akımları görmek hem de geçmişin mirasını hatırlamak için. Bize düşen görev, klasiklerin derinliğini, yeni türlerin hızına kurban etmemek. Çünkü okur sadece tüketici değil, aynı zamanda bir mirasın taşıyıcısıdır.